Blogumuzda hem DOUM ailelerinin hikayelerine hem diğer ailelerden gelen hikayelere, hem olumlu hem olumsuz, hem normal hem sezaryen doğum hikayelerine yer veriyoruz. Bu nedenle hikayeleri aşağıdaki gibi kısaca işaretliyoruz. Böylece hangilerini okumak istediğinize önceden karar verebilirsiniz.
43. haftada ebe ile normal ama zor doğum. İkinci bebek
Doula: Nur Sakallı
DOUM ailesi: Evet
İlk doğumumdan hemen birkaç gün sonra doğum hikayemi yazmaya koyulmuştum. Kendimi o kadar gururlu o kadar güçlü hissediyordum ki hem bunu paylaşmak istiyordum hem de benim daha önce doğum hikayelerinde aramış olduğum ‘Bak o yapmış, ben de yapabilirim’ hissini birilerine sunabilmek. Sırf doğum anını yeniden yaşayabilmek için bir çocuk daha doğurmaya hazırdım!
Oysa ikinci hikayemi yazmaya başlayabilmem için iki, bitirebilmem için ise aradan tam bir sene geçmesi gerekti. Bu doğumum da ilki gibi beni derinden değiştirdi, dönüştürdü, biliyordum. Ama olanları tam olarak anlamlandıramıyor, hikayemi nasıl anlatsam bilemiyordum. Bebeğimle ikinci ayım bittiği sırada takip ettiğim doğumla ilgili facebook sayfalarından birinde kayıp yaşayan anneler hikayelerini paylaşmaya davet edilmişti. Onların resimlerine bakıp, hikayelerini okurken derin bir bağ hissettim her biriyle. Ve yaşadığım deneyim içimde bir yerlere biraz daha yerleşti.
Dikkat. Bu hikaye artısıyla eksisiyle, doğal ama zor bir doğum hikayesi. Bebek bekliyorsanız, ilham arıyorsanız belki ilk doğum hikayemi okumayı tercih edebilirsiniz…
Aradan yaklaşık iki sene geçtikten sonra ikinci çocuğumuza hamile kaldım. Bu sefer farklı bir ülkedeydim. Doğal doğumun norm, her annenin bir ebesinin olduğu Almanya’da. Evde doğumlar da yaygındı. Tabii ben de evde, suda bir doğum hayal ettim. Yanımda eşim, kızım, ebem olacak, doulam Nur İstanbul’dan gelecekti. Tanıştığım bütün ebelerin de beklediği gibi birkaç saat sonunda birkaç ıkınmayla kolayca doğuracaktım oğlumu.
Doğumda bulunan insanların enerjisinin doğumu nasıl etkilediğini biliyorum. Bu yüzden doğumumda kimlerin bulunacağı konusunda hassastım. Ebemde karar kılana kadar beş farklı ebeyle tanıştım. Hamileliğim boyunca bir kontrol için doktoruma gittiysem diğeri için ebem eve geldi. Bu zamanı yine geçen seferki gibi keyifli, tadını çıkararak ve yeni bebeğime hazırlanarak geçirmeye çalıştım. Zaten bir çocuğum olduğu için kendime ilk seferki kadar zaman ayıramasam da yine de hamilelik dönemime birçok keyifli şey sığdırmayı başardım. Yoga yaptım, eşimle havuzda rahatlama amaçlı aquabalancing derslerine katıldım, doğuma hazırlık dersine katıldım, sık sık masaj yaptırdım, ebemle ses çalışmaları dahil farklı şeyler denedim.
Yine sağlıklı ve rahat bir hamilelik geçiriyordum ki 36. haftamda merdivenlerden düşerek iki bileğimi birden sakatladım. Bu kaza benim için çok ani ve korkutucu olmuştu. Ambulanslar, hastane ziyaretleri derken ertesi günkü ultrasonda bebeğim ters dönmüştü. Yaşadığım korku onu da etkilemişti.
Tekrar başaşağı dönmesi için çeşit çeşit yöntem denerken (fiziksel egzersizler, meditasyonlar, telkinler, vs.) bebeğimin nasıl olsa döneceğine ve bileklerimin zamanında iyileşeceğine inanıyor ve evde hayal ettiğim doğuma hazırlanmaya devam ediyordum. Ebemin verdiği ev doğumu listesindeki malzemelerin alınması, gerekli olması durumda hangi hastaneye, nasıl gidileceğinin pratiği, kızımın evde doğuma hazırlanması vs. vs… Bir yandan da aslında kazayla birlikte birşeyler değişmiş, bebeğimin de huzuru kaçmıştı. Cdler dinleyerek fiziksel egzersizler yaparak başaşağı dömesine yardım ediyor sonra sabah uyandığımda onu tekrar popo üzeri otururken buluyordum. Her ne kadar bunu problem etmemeye çalışsam da döndü mü, dönmedi mi derken artık günlerim o kadar huzurlu geçmemeye başlamıştı.
Doğum zamanı geldiğinde bebeğim ters olursa doğum yapabileceğim bir hastane vardı. Doğal uygulamaları ile bütün ülkede tanınan bu hastanenin yakınında olduğum için çok şanslıydım. Herhangi bir nedenle hastanede doğurmam gerekirse diye zaten önceden bu hastaneyi görmek amacıyla tanışma akşamlarına gitmiştik. Türkiye şartlarına göre rüya gibi bir yerdi. Doğumhaneleri ev ortamı sunan odalardan oluşuyordu. Odalarda rahat yataklar, minderler, yerlerde matlar, asılmak için duvarlardan sarkan ipler, çömelerek doğurmaya destek olmak için doğum tabureleri, kocaman küvetler…Hem ters hem de geç gelen bebeklerin çoğu burada doğal doğum imkanı buluyordu. Doğuma ebeler katılıyor, tıbbi bir müdahale gerekmedikçe doktorlar karışmıyordu. Bebekler annelerinden hiç ayrılmıyor, ailenin izni olmadan hiç bir müdahele yapılmıyordu. Hastaneyi görünce için rahat etmişti. Tamam demiştim, eğer gerekirse burada herhangi bir ebe ile doğum yapabilirim.
Beklenen doğum tarihim geldi, geçti. Bırakın doğum pozisyonuna yerleşmeyi benim bebeğim hala bir düz bir ters dönmeye devam ediyordu. Hala çok fazla amniyotik sıvım vardı ve bebeğim rahatça hareket edebiliyordu. Doğum da bir türlü başlamıyordu. Sonunda 41. haftada başaşağı döndü ve öyle kaldı. Ama başı hala çok yukardaydı. Hem ebemin muayenelerinden hem de ultrasondan dört kilonun üzerinde büyük bir bebek olduğu anlaşılıyordu. Kızımı 42. haftada, beklenen doğum tarihinden 12 gün sonra doğurmuştum. Hamile olmayı seviyorum. Herhalde o yüzden oğlumun da oldukça geç doğacağını biliyordum, acele etmiyordum. 42. haftamın ortalarında çekilen bir NSTde ebem bebeğin kalp atışlarından memnun olmadı. Bunun üzerine bir de kar fırtınası eklenip acil durumda hastaneye ulaşım imkanımız kısıtlanınca beraberce evde doğumdan vazgeçtik. NST sonuçlarını paylaşmak ve hastanede doğumu konuşmak için hastanenin yolunu tuttuk.
Almanya’da beklenen doğum tarihini 12 gün geçince artık hastaneye yatmanızı istiyorlar. Doğal doğumu destekleyen bu hastanenin doktorları doğumu suni yollarla başlatmayı teklif etmedi. Ama sık sık kalp atışlarını kontrol edebilmek için hastanede kalmaya başlamamı istediler. Böylece hastaneye yerleşip doğumu orada beklemeye başladım. Yanımda kimse kalamıyordu, kızımdan ilk defa bu kadar süre ayrı kalıyordum, rahatlayarak geçirmem gereken son günleri büyük bölümünü NSTye bağlanarak, yabancı bir ülkede, tanımadığım biriyle oda paylaşarak, hastanede geçiriyordum. Artık pek de rahat sayılmazdım. Her gece hafif hafif başlayan kontraksiyonlar yüzünde o gece doğuracağımı düşünerek yatıyor, sabaha uyandığımda birşey olmadığı için hayal kırıklığına uğruyordum.
14. günün sabahında az miktarda oksitosin vererek NST ile bebeğin tepkisine baktılar. 15. günde doğumu başlatmayı önereceklerdi. Bu test sayesinde bebeğin suni sancıya dayanıp dayanamayacağına bakıyorlar. Test olumlu geçti. Çok ufak miktarda da olsa aldığım oksitosin sanırım birşeyleri tetikledi. Ve gün boyunca minik minik kasılmalarım oldu. Doğumun artık o gün başlayacağını hissediyordum. Alp’i o akşam eve göndermedim. Zaten akşamüstü 6-7 gibi kasılmalar sanki bir düzene girmişti. Akşam 9da yine bir NST randevusu için doğumhanede olmam gerekiyordu. Doğumhaneye gidip doğumun başladığını haber vermek için acele etmedik. Alple yemek yedik, biraz dinlendik. 9da doğumhaneye gidip durumu haber verdiğimizde doğum odalarından birine yerleşebileceğimizi söylediler. O gece tesadüfen doğumhane rahattı. Bir önceki gece aynı saatlerde NST çektirirken belki 6 anne adayı doğum yaptı, kimilerini odamız yok, biraz daha dolaşıp gelin diye geri çevirdiler….Bu güzel odalardan birine yerleşip doğumu beklemeye başladık. Kasılmaları henüz nefeslerle atlatabiliyordum. Birkaç saat sonra şiddet artınca doulamız Nur’u da çağırdık. Nur İstanbul’dan gelmiş, sağolsun haftalardır bizim evde kalıyor, geciken doğumumu bekliyordu…Nur geldikten sonra da benzer şekilde devam ettik. Karanlıkta nefes, masaj ve TENS makinesi… Bu makineyi önceki doğumda da kullanmış, çok faydasını görmüştüm. Ebeler bizi odamızda yalnız bırakıyor, iki saatte bir gelip NST ile kalp atışlarını takip ediyorlardı. Hepsi son derece yumuşak ve doğum ortamına saygılıydı. Işığı açmıyor, gerekirse fısıltı ile konuşuyor, benimle iletişime girdikleri zaman bana yukarıdan bakmamak için yere oturuyorlardı. Bu orada bulunduğum süre boyunca böyleydi. Bütün sağlık çalışanları gebelerle konuşurken göz hizasında olabilmek için gerekirse oturuyor, yere çömeliyorlardı.
Kasılmalar iyice yoğunlaşınca ebeme haber vermelerini istedim. Ebem Petra’nın o hastanede ebelik yapma yetkisi yoktu ama bir arkadaşım, ikinci doulam olarak o da doğumda bulunacaktı. Petra yola koyuldu, ben de bir süre sonra suya girmek istedim. Ebelerden suyu doldurmalarını rica ettik. Bir de suya girmeden önce açıklığımı öğrenmek istemiştim. Ebelerden biri beni muayene etti ve henüz 3-4 santimde olduğumu ama serviksin çok yumuşak olduğunu bebeğim başıyla baskı yapmaya başladığında hızlıca açılacağımı söyledi. Bebeğimin başı hala pelvisin içine doğru dürüst yerleşmemişti, bu da ilerlemeyi yavaşlatıyordu. Ben yine de suya girmek, orada biraz rahatlamak istemiştim. Küvetin olduğu odada mumlar yakmışlar, masaj yağlarını yerleştirmişlerdi. Tam küvetin ortasında yine tavandan sallanan bir ip vardı asılmak için. Doğum için ideal ortamdı. Saat 2:30 gibi Petra da gelmişti. Kasılmaların bir kısmını da burada karşıladık. Bu sefer su bana geçen doğumdaki kadar iyi gelmemişti.
Kasılmaları dışarıda daha kolay atlatabildiğimi düşünerek çıkmak istedim ve tekrar doğum odasına geçerek devam ettik. Bir müddet sonra kasılmalarım yavaşladı ve neredeyse tamamen durdu. Zaten karanlık ve çok rahat olan bu odada ben uyumaya başladım. Sabaha karşı ebelerin görev değişimi oldu ve benimle ilgilenmeye yeni bir ebe geldi. Juliayı önceki günden tanıyordum ve sevmiştim. Doğumumdan onun buluncağına sevindim. Julia geldiğinde beni yeniden muayene etmek istedi. Henüz 5 santimdeydim. Bir süre daha beni kendi halime bıraktıktan sonra geldi ve hadi artık bu doğumu hızlandıralım dedi. Beni ayağa kaldırıp hareketlendirdi, homepatik ilaçlarla destek verdi. Kasılmalar geri gelmişti ama tam anlamıyla efektif değillerdi. Bebeğin başı hala çok yukardaydı. Bu arada NST sonuçları da çok harika değildi. NSTyi daha sıklıkla bağlamaya başladılar. Julia artık yanımızdan ayrılmadı. NSTyi yakından takip etmek istiyordu. Öğlene doğru damar yolu açmak istedi. (Herşeyin doğal ilerlediği bir doğumda bu hastanede damar yolu açılmıyor.) Doğumu ilaçla aniden durdurması veya hızlandırması gerekebileceğini açıkladı. Ben artık huzursuz olmaya başlamıştım. Damar yolu açılırken bayağı bir ağladım. Önceki gün olumsuz bir deneyim yaşadığım bir doktorun damar açma işlemi için gelmesi de beni huzursuz etmişti. Doğumumun geri kalanına belirgin bir şekilde hakim olan korku hissi sanırım bu sıralarda filizlenmişti.
Ah o korku yok mu! Doğumumla ilgili bütün hislerimi bambaşka yaşamama neden olan korku…İkinci doğumuma kadar hiç doğum korkusu yaşamadım. Yani elbette ilk doğumumu beklerken heyecanla karışık acaba yapabilir miyim, çok mu acıyacak gibi hisler yaşadım ama gerçek anlamda bir korku yaşamadım. Doğum bana göre hayat kadar riskliydi. Her zaman herşeyin mükemmel olmayabileceğini biliyordum ama nasıl hayatın akışında bir ölüm korkusu yaşamıyorsam doğumdan da korkmuyordum. İlk doğumum süresince bir an bile aklıma korkmak gelmemişti. Üstelik de bu seferki kadar ideal olmayan, klasik bir hastane ortamında doğum yapmıştım.
Eğitimlerimizde hep korku, gerginlik, ağrı üçgeninden bahsediyoruz. Doğum sırasında rahatlayabilmek için korkuların üstesinden gelmeye çalışıyoruz. Ama işte bu korku bir şekilde benim doğumumda belirdi…
Damar yolu açıldıktan sonra bir süre daha kasılmaların kendiğinden çalışmalarını bekledik. Julia bu arada hala arkaya dönük olan cerviksimi bir kasılma sırasında eliyle öne doğru döndürdü (bu müdaheleyi daha önce hiç duymamıştım). Bundan sonra bir anda 8 santime gelmiştim. Sonunda artık bebeğimin bir miktar baskı yapmaya başladığını hissetmiştim. Yine de kasılmalar bebeğin çıkmasını sağlayacak kadar efektif değildi.
Saat 11 gibi artık bir miktar suni sancı vermek istediler. Ben de kabul ettim. Artık sürekli NSTye bağlıydım. Zaten doğum boyunca uzun süreler bağlı kaldığım alet beni çok rahatsız etmişti. Hareketimi çok da fazla kısıtlamıyordu. Yine ayakta veya istediğim başka bir pozisyonda kalabiliyordum. Hatta suda bile dinleme yapabilecekleri makineleri vardı. Ama NSTye bağlı olduğum süre boyunca herkesin gözü makinedeydi. Ben dahil! Kasılma sırasında ister istemez kalp atışına ne oluyor diye bakıyordum. İçe dönmem gereken bu anlarda bir makineye bakarak endişelenmek çok saçmaydı. Sürekli monitoru göremeyeceğim bir tarafa doğru çeviriyordum. Ama tabii hem beni hem de monitorü görmek isteyen ebe bir süre sonra tekrar bize doğru döndürüyordu.
Öğlene doğru sanki yavaş yavaş ıkınma hissim geliyordu. İşte bundan sonrası benim için neredeyse tamamen korku içerisinde geçti. Detayları hayal meyal hatırlıyorum. Julia tedirgin bir tavırla oda içerisinde bir oraya bir oraya hızlı hızlı hareket ediyordu. Koridorda bir çığlık ve koşuşturan insanların sesini hatırlıyorum. Julia’nın benim ebeme ‘Doğumhanede doktor kalmadı. Birşey olursa sen ve ben halletmek zorundayız.’ gibi birşey söylediğini hatırlıyorum Almanca. Acilen sezaryene alınan bir anneymiş, soradan öğreniyorum. Sonra bir an ‘Bebeğin artık çıkmak istiyor’ diyor Julia. ‘Bu bebeğin şimdi doğması lazım.’ Ayağa kalkmamı, tam kasılma geldiğinde çömelerek ıkınmamı istiyor. Ben ıkınma hissim olmadığı halde deliler gibi ıkınmaya, bebeğimi çıkarmaya uğraşıyorum. Herkesin gözü alette. Bu ıkınma ile çıkmazsa bebeğim ölecek diye düşünüyorum…Oysa ki bebeğim çıkmaya hazır değil biliyorum. Ikınırken çığlık atıyorum. Ama geçen doğumumda yaşadığım aslanlar gibi kükremeye benzemiyor bu çığlıklar. Ölüyor, ölüyorum ve çaresizim hissiyle ıkınıyorum. İşte bu hayatımda yaşadığım en kötü his… ‘Neler oluyor? Bebeğim iyi mi?’ diye soruyorum sürekli. Panik içindeyim diyorum. Kimse birşey söylemiyor. Ya da bana öyle geliyor. Daha da çok korkuyorum. Neden herkes panik içinde diye soruyorum. Ses yok. Bu arada odaya bir de doktor gelmiş, izliyor. Julianın eli gereğinden fazla içimde. Birşeyler yapıyor, ama ne? Sonradan öğreniyorum ki amniotik keseyi patlatmış. Julia Petra’ya ‘Bir de sen bak’ diyor. Bu sefer de Petra muayene ediyor. Ben bu arada çömelmiş bir pozisyonda ıkınıyorum. Sonunda doktor diyor ki ‘Daha ıkınmaya hazır değilsiniz. Boşuna yoruluyorsunuz.’ Evet, diyorum. Hazır değilim, neden ıkınmamı istiyorsunuz? Sonra kalkıp yatağın üzerinde geçiyorum. Ve içimdeki gücü, o ilk doğumdan tanıdığım hayvani gücü bularak bu sefer bebeğimin de isteğiyle yeniden ıkınmaya başlıyorum. İşte hatırladığım doğum böyle birşeydi. Sonra tekrar ayağa kalkıyorum ve yine bir telaş başlıyor. Kendime göre bir pozisyon bulmaya çalışıyorum. ‘Bana bak’ diyor Julia, ‘arkanı dönme’. Beni yine ayağa kalkıp, ıkınırken çömelmeye yönlendiriyor. Bedenim bunu istemiyor, biliyorum. Ama bebeğin çabuk çıkması lazım diyorlar. Dediklerini yapıyorum. İlk doğumumda kocaman bir bebek doğurdum. Canım acıdı diyemem. Bu sefer canım acıyor. Hem de çok fazla. Ve korkuyorum. Bebeğimin öleceğinden korkuyorum. Canım korktuğum için acıyor. Onu da biliyorum. Bütün bunlar çok sürmüyor. Dakikalar sonra bir bakıyorum bebeğim yerde koyu renk bir sıvının içinde yatıyor. Birkaç saniye donmuş bir şekilde bakıyorum. Canlı mı diye düşünüyorum. Sonra Petra’nın sesini duyuyorum. Al bebeğini diyor. Yerden alıp sarılıyorum. Sıcacık, vıcık vıcık ve capcanlı. Deliler gibi ağlıyorum. Çok şükür. Yaşıyor. Hissettiğim tek şey bu. Bebeğim yaşıyor, çok şükür. İlk doğumumdaki yaptık, başardık, çok güçlüyüz hissimden eser yok. Yalnızca şükran ve bol göz yaşı.
Bundan sonrası ise muhteşem. Bebeğime benden başka kimse dokunmuyor. Onu yerden ben alıyorum. İlk ben dokunuyorum. Yine bakışıyoruz deli gibi. Onun da Tane gibi bambaşka bir yerlerden gelen bakışları var. Ben seni tanıyorum diyor bakışlarıyla. Konuşuyorum, birşeyler söylüyorum. Şimdi hatırlayamıyorum ne dediğimi. Bizi anlıyor diyorum. Öyle bir bakıyor ki bizi anladığından eminim zaten. Nur bu sırada diyor ki ‘Bizi anlıyorsan gözlerini kırp’ O da hemen gözlerini kapatıp açıyor. Alp ve Nur’la birlikte onu karşılıyoruz. Hoşgeldin diyoruz. Beş dakika içinde oturduğum yerde emzirmeye başlıyorum.
Biraz sonra destekle yatağın üzerine geçiyoruz. Kayra, Alp ve ben orada dinleniyoruz. Kimse odaya gelmiyor, bebeğimi almıyor, dokunmuyor…Bir ara doktor kucağımdayken Kayra’ya dokunmak için izin istiyor. 1 dakika içinde kucağımda muayenesini yapıyor. Bizi orda saatlerce kendi halimize bırakıyorlar…Kayra doğar doğmaz Alp evi arıyor. Annem ve kızım bize doğru yola çıkıyorlar. Tane yolda takside uyuya kalmış. Uyuyan kızımı da doğumhaneye yanımıza alıyor, dördümüz doğum yaptığım odadaki yatakta dinleniyoruz…
3-4 saat sonra bir ebe geliyor (Bu başka bir ebe çünkü bu arada yine bir görev değişimi oluyor), duşa girmeme yardım ediyor. Duşta çok ağlıyorum. Önümdeki 4-5 gün boyunca her duşa girdiğimde ağlayacağım zaten. Akan suyla birlikte yaşadığım korkunun akmasına izin veriyorum, yaşanaların şokunu atlatmaya çalışıyorum.
Görev değişiminden önce Julia odamıza gelip veda etmişti. Yaşadığım hisler yüzünden ne kadar üzgün olduğunu söyleyip doğumu konuşmak için onu ne zaman istersem arayabileceğimi söylemişti. Zor bir doğum olduğunu, komplikasyonlar olduğunu ama bebeğimin sağlığı için doğumun hiçbir aşamasında endişe duymadıklarını belirtmişti.
Nitekim birkaç hafta sonra Julia evimize geldi. Uzun uzun konuştuk. Ters giden neydi, neden korku duydum anlamaya çalıştım, çalıştık. Petra ile yine günlerce konuştuk. Kordonun dolanmış olduğunu –ki bu tek başına bir sorun değil -, Julia’nın sezaryen kararı vermek için nöbetçi doktorlardan baskı gördüğünü falan bu aşamada öğreniyorum.
Sonunda vardığım yer şu oldu: Bazı olayların üstüste gelişi, ebenin bazı tavırları ve benim de zaten başından beri kendimi yüzde yüz güvende hissetmeyişim birleşince korku hissi belirdi. Korku olunca doğumun ne denli farklı yaşanabileceğini gördüm. Kadın gücünü elinden bırakınca, gücü elinden alınınca ne oluyor kendi içimde hissettim. Benim de buraya gitmem, o hisse dokunmam gerekiyordu. Şimdi biliyorum.
Bunları yaşayacağıma planlı sezaryen olsaydım da dedim. İtiraf ediyorum. Çok sürmedi bu his ama dedim. Her bebek başka bir anneye ihtiyaç duyuyor. Her doğum da farklı bir anne yaratıyor. İşte bu doğum beni Kayra’nın annesi yaptı.